İyilik bir zamanlar sessizlikti. Bir ağacın gölgesinde oturmak, bir dostun sözünü dinlemek, hiçbir yere yetişmemekti. İyi olmak, varlıkla uyum içinde olmanın dingin hâliydi. Oysa bugün iyilik, bir görev, bir uygulama, bir bildirim sesine dönüşmüş durumda. Zaman çizelgesine sığdırılan bir hedef, akıllı saat ekranında görünen bir başarı yüzdesi. Modern insan artık iyi hissetmeye bile çalışmak zorunda hissediyor kendini. Çünkü iyi hissetmemek, çağın gözünde bir verimsizlik belirtisi. Yorgunluk artık sadece bir bedensel durum değil; neredeyse bir ahlaki kusur gibi görülüyor. Sanki dinlenmek, hayatın değil, sistemin ritmine ihanet etmekmiş gibi.
Byung-Chul Han’ın sözleriyle, bugünün insanı artık dışsal bir efendinin değil, kendi içindeki buyruğun kölesidir. “Yapabilirim” derken, kendini özgür sanır; oysa tam da o anda, kendi üzerinde çalışan bir yöneticidir. “Odaklan.” “Rahatla.” “Pozitif kal.” gibi yumuşak komutlar, çağdaş disiplinin yeni biçimidir. Kendi kendini motive eden insan, aynı zamanda kendi üzerinde işleyen bir denetim mekanizmasına dönüşür. Böylece iyilik, görünürde bir özgürleşme biçimiyken, gerçekte öz-sömürünün en incelikli halini alır. Modern wellness kültürü, bireyin iç enerjisini yenilemekten çok, sistemin sürdürülebilirliğini sağlar. Kendini iyi hissetmek, üretmeye devam edebilmenin ön koşuludur artık. İyilik, kapitalizmin iç çarkında bir enerji kaynağına indirgenmiştir.
Bir zamanlar iyilik ontolojikti; yani insanın varlıkla, zamanla ve kendi kırılganlığıyla kurduğu uyumdu. Bugünse iyilik operasyoneldir. Ontolojik iyilik “nasıl olduğun”la ilgilenirken, operasyonel iyilik “nasıl işlediğinle” ilgilenir. Birincisi bir hâl, ikincisi bir işlevdir. Modern insan, iyi olmayı artık sistem içinde sürdürülebilir kalabilmekle karıştırıyor. Well-being kavramı, bir iç denge hâlinden çıkarak bir “kendilik yönetimi stratejisi” haline geldi. İnsan, kendi ruhunu, zamanını, hatta duygularını yönetmeye çalışan bir proje yöneticisine dönüştü. Han’ın terimleriyle, “özne artık kendini bir proje olarak görür ve bu süreçte kendi üzerinde iktidar kurar.” Bu yüzden günümüzde “iyilik hâli”, görünürde ruhsal bir denge vaadidir ama özünde ekonomik bir işlevsellik göstergesidir.
Modern çağ, aynı zamanda görünürlük çağıdır. Her şeyin şeffaf, ölçülebilir ve paylaşılabilir olması beklenir. Kaç adım attığımız, kaç saat uyuduğumuz, kalp ritmimizin ne kadar düzenli olduğu sürekli kaydedilir. İyilik bile bir veri haline gelmiştir. Ama iyiliğin doğası, tam da görünmezlikte gizliydi. İç dünyanın sessizliği, kendine ait bir alanın korunması anlamına gelirdi. Şimdi ise huzur bile paylaşılmak zorunda. İyi hissetmek değil, iyi görünmek önem kazandı. Dijital vitrinlerde sergilenen “mutluluk anları” iyiliğin değil, performansın bir parçası. Well-being, artık well-performing’in başka bir adıdır. Ruhsal denge, bir estetik pozdur. Modern insan, huzuru yaşamak yerine temsil etmeyi öğrenmiştir.
Bu temsil kültürünün içinde yorgunluk kaçınılmaz hale gelir. Ama Han’a göre yorgunluk, yalnızca tükenmişlik değil, bir farkındalık biçimidir. Derin yorgunluk, sistemin sürekli çağrılarına sessiz bir cevaptır. İnsan, hiçbir şeyi optimize etmeyi istemediğinde, hiçbir şeyi düzeltmeye çalışmadığında, belki de ilk kez kendisiyle temas kurar. Bu nedenle yorgunluk, bir çöküş değil, bir direniş biçimidir. Bedensel bir sınır değil, ruhsal bir uyanıştır. İnsanı üretim düzeninin içinden çekip alan, kısa ama derin bir sessizliktir. Belki de gerçek iyilik, yorgunlukla barışmaktan geçer. Kendine “artık yeter” diyebilmektir. Yavaşlamayı suç olmaktan çıkarmak, durmanın zarafetini hatırlamaktır.
Neoliberal çağ, ruhu yeni bir maden gibi kullanıyor. Eskiden emek beden üzerinden sömürülürdü; şimdi duygu, dikkat ve farkındalık üzerinden sömürülüyor. İnsan, kendi ruhunu bir üretim aracına dönüştürmüş durumda. “Kendini geliştir” çağrısı, aslında sistemin devamlılığı için verilmiş en tatlı emirdir. Artık “kendini tanımak” daha verimli olmak, “kendini dinlemek” daha çok dayanmak içindir. Han’ın Psikopolitika’sında belirttiği gibi, iktidar artık bastırmaz; motive eder. Kişiyi dışsal baskıyla değil, içsel arzu aracılığıyla yönlendirir. Bu nedenle modern özne, kendini özgür hissederken, gerçekte sistemin en derin parçasıdır. İyiliğin dili bile bu yapıya entegredir: “kendin için yap,” “kendi iyiliğin için.” Oysa o iyilik bile artık senin değildir.
Günümüz kültürü, üretkenliği etik bir norm haline getirmiştir. Çalışkanlık bir erdem, yavaşlık bir kusur sayılır. Bu yüzden huzurlu insan bile şüpheli görünür; sanki yeterince çaba göstermiyormuş gibi. Verimlilik ideolojisi, iyiliği işlevselleştirir. Artık “iyi olmak” değil, “işe yarar olmak” değerlidir. Fakat iyiliğin özü faydada değil, anlamdadır. Bir çiçek işe yaramaz ama vardır. Bir dostluk üretmez ama sürer. İyilik de böyledir; ölçülmeyen, gerekçesiz, saf bir varoluş. Modern insan bunu unuttu. İyiliği rakamlarla tanımladığı anda, onu ruhundan kopardı.
Gerçek iyilik, yeniden sessizliğin diline dönmedikçe bulunamayacak. İyiliği geri çağırmak, hiçbir şeyi düzeltmeye çalışmadan sadece var olmaya izin vermektir. Hiçbir uygulama, hiçbir algoritma, hiçbir öğreti insanın kendi sessizliğini ona geri veremez. Çünkü iyilik bir metod değil, bir duruştur. Varoluşun kırılganlığına razı gelme biçimidir. Belki de bu çağın en radikal eylemi artık üretmek değil, durmaktır. Hiçbir şey yapmamak, görünmez olmayı seçmek, içsel sessizliğe sığınmaktır. İnsanı insan yapan, Han’ın dediği gibi, “görünür olan değil, gizli kalandır.” İyiliği geri çağırmak, görünmeyeni yeniden sevmektir. Ve belki de bu yorgun çağda, insanın tek gerçek devrimi budur: hiçbir şey yapmadan kalabilmek.



 
			 
								 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		 
		