Hayat bazen öyle bir noktaya gelir ki, insan gökyüzünün ağırlığını omuzlarında hisseder. İçinde taşıdığı acılar, kayıplar, yarım kalmışlıklar, söylenmemiş sözler dışarıdaki manzarayı bile değiştirir. Ruh hâli kasvetlendiğinde, en parlak güneş bile loş görünür.
Psikolojide buna duygudurumun algıyı renklendirmesi denir; içimizdeki karanlık, dışarıyı da griye boyar.
Böyle anlarda çoğu insan yalnızlığın pençesinde kıvranır. Yalnızlık, aslında kalabalıkların ortasında bile hissedilen derin bir boşluktur. Çünkü mesele etrafımızda kimlerin olduğu değil, içimizdeki acıyı kiminle paylaşabildiğimizdir. Paylaşılmayan duygular giderek ağırlaşır, insanı suskunlaştırır ve sonunda içte koca bir yük hâline gelir.
Kayıplar bu yükün en büyük parçalarındandır. Sevdiğimiz birini kaybetmek, hele ki bu kayıp beklenmedik, acı verici veya adaletsiz bir şekilde olduysa, insanın bütün güvenlik algısını sarsar. Yas dediğimiz süreç, işte bu boşluğa verilen doğal tepkidir. Ancak yas her zaman gözyaşlarıyla akmaz; bazen öfkeyle, bazen donuklukla, bazen de “hiçbir şey hissetmiyorum” duygusuyla kendini gösterir. Çoğu zaman insanlar bu süreci hızla atlatmak ister, “artık toparlan” cümleleriyle kendini zorlar. Oysa yasın yolu kısaltılamaz; içten içe yaşanması, kabul edilmesi gerekir. Çünkü kaybı inkâr etmek ya da bastırmak, acının yıllarca içimizde gizli bir yaraya dönüşmesine sebep olur.
Travmalar da insanın yaşam algısını kökten değiştirir. Güven duygusu sarsıldığında, dünyanın güvenilmez ve tehlikeli bir yer olduğu düşüncesi kök salar. Travmadan sonra kişi sürekli tetikte olabilir, en ufak şeyden ürkebilir ya da tamamen içine kapanabilir. Bazen de kendini sürekli meşgul tutarak ya da farklı yollarla uyuşturarak duygularından kaçmaya çalışır. Ancak kaçış, acıyı geçici olarak susturur; uzun vadede ruhu yorar. İyileşme, acıya bakmayı, onu kabul etmeyi ve onunla yaşamayı öğrenmeyi gerektirir.
Bütün bu karanlığın içinde insanın elinde kalan en değerli şey, umut kırıntılarıdır. Umut bazen bir dostun sesi, bazen küçük bir başarı, bazen de sadece “bugün de uyandım” diyebilme gücüdür. Psikolojik esneklik dediğimiz şey, bu küçük ışıkları fark edebilme kapasitesidir. Ne kadar zor olursa olsun, hayatın içindeki minik güzellikleri görebilmek insanı ayakta tutar. Çünkü hiçbir kasvet sonsuza kadar sürmez; bulutların arkasında her zaman bir gökyüzü vardır. Bunun farkına varmak bile yeniden başlamak için yeterli olabilir.
İnsan, paylaştıkça iyileşir.
Dayanışma, acıyı bölüp hafifleten en güçlü araçtır. Fakat çoğu kişi yük olmamak için duygularını saklamayı seçer. Bu saklama hâli, yalnızlığı daha da derinleştirir. Oysa bir dostla, aileden biriyle ya da güvenilen bir destek grubuyla paylaşılan acı çok daha taşınabilir hâle gelir. Empatiyle kurulan bağ, insanın kendini görünür hissetmesini sağlar. Birinin sadece “anlıyorum” demesi bile, karanlığın içinde küçük bir ışık yakabilir. Ve bu ışık, bazen bir hayatı değiştirecek kadar güçlü olabilir.
İnsanın kendiyle barışması da iyileşmenin önemli bir parçasıdır. Kaybın ardından gelen suçluluk duygusu çok yaygındır: “Daha fazlasını yapabilir miydim?” sorusu zihinleri kemirir. Fakat çoğu zaman bu sorular gerçekçi değildir. İnsan kendini kontrolü dışında gelişen şeylerden dolayı sorumlu tutar. Oysa suçluluk, iyileşmenin önünde engel olur. Bu yüzden kişi önce bu duyguyu tanımalı, sonra da gerçekçi bir bakışla kendini affetmeyi öğrenmelidir. Çünkü kendini affetmeden, geleceğe adım atmak zorlaşır.
Hayatta kalmanın yolları küçük adımlarla başlar. Her gün üç olumlu anı not etmek, kısa yürüyüşlere çıkmak, birine mesaj atmak ya da basit nefes egzersizleri yapmak bile ruhu hafifletir. Bu tür pratikler, duygusal dayanıklılığı artırır ve kasvetli günlerin daha az ağır hissedilmesine yardımcı olur. En önemlisi de, insanın kendine zaman tanımasıdır. İyileşme lineer bir süreç değildir; inişler ve çıkışlar normaldir. Kimi günler daha umutlu, kimi günler daha ağır olabilir. Önemli olan bu dalgalanmaları kabullenmek ve kendine şefkat gösterebilmektir.
Hayat hiçbir zaman tamamen masal gibi olmaz, ama masalların içinde hep bir yeniden doğuş, bir sabaha kavuşma vardır. İnsanın en büyük gücü, karanlığa rağmen yeniden başlayabilme cesaretidir. Kasvetli günler gelip geçer, acılar zamanla farklı bir forma bürünür, ama insanda kalan şey yeniden anlam kurma gücüdür. Belki düşülen yerlerde çiçekler açar, belki de içimizde taşıdığımız umut ceplerimizde biriktirdiğimiz küçük güneşlere dönüşür. Ne olursa olsun, insan yeniden ayağa kalkabilir. Çünkü hayat, tüm karanlıklarına rağmen, yeniden doğmaya her zaman bir fırsat verir.
Simbians Platformu ile doğru ve güncel sağlık bilgisinin erişilebilir olmasını sağlıyoruz. Tüm içerikler sadece sağlık profesyonelleri ve tıbbi yazarlar tarafından hazırlanmaktadır.